20 Ekim 2010 Çarşamba

Herkes Teknik Direktör, Herkes Çok Biliyor

Yaşadığımız ülkede tam 70 milyon teknik direktör nefes alıp veriyor. Her gün, her maçta kendi takımlarımızın teknik direktörü olmuyor muyuz? "Çıkar Güiza'yı al Semih'i", "Orta sahada Ayhan, Sarp, Barış oynuyorsa yaratıcılık beklenmez.", "Hocam dakika 75... Tam Bobo'yu oyuna alma vakti, al şunu bitir işi.", "Ula Umut, vurucağın topu..." türevi cümleleri hiç mi kurmadınız? Kafanızda kovduğunuz teknik direktörü 2 sezon sonra tekrar işe almadınız mı? Yenilikçileri, zamana ihtiyacı olanları gönderip imprator hayalleri kurmadınız mı? Takımı her sezon kendinizce kurtarmadınız mı? Hala haberi olmayan var mıdır bilmiyorum ama -dünyanın en iyi menajerlik oyunu demeyeceğim- dünyanın en iyi RPG oyunu tam sizlere göre "oturarak" teknik direktör dostlarım. Alışık olduğunuz gibi sadece sizin fikirleriniz geçerli, başkasının değil.

9 Ekim 2010 Cumartesi

Türk'ün Türk'ten Başka Dostu Yoktur... Mu?



(İki resim arasındaki 7 farkı bulunuz...)
-Bulamayabilirsiniz çünkü biz hep böyleyiz-


3-0. Net skor. Süpriz değil, şaşırtıcı değil. Net skor. Sevgili basınımıza armağan olsun bu sonuç. Haftalardır ülke üzerinde öyle bir kampanya başlattılar ki ben bile bir an için "ulan biz dünya üçüncüsü (!) olmuş takımız, kesseler acımaz" tipinden düşüncelere daldım. "Bazı durumlarda" demek istesem de "her durumda" deyip cümlenin girişini değiştirerek, "kendimizi dev aynasında görmeyi ve göstermeyi çok seviyoruz" diye devam ediyorum. En basitinden en kaba tabirle "yahu etin ne budun ne?" demezler mi adama böyle yorumlardan sonra? Belki de demedikleri için gazetelerde, televizyonlarda sıkça rastlıyoruz bu yorumlara. Bizler, her düzenlenen büyük turnuvada finaller oynamış, şampiyonluklar kazanmış, büyük işler başarmış bir milli takıma sahip değiliz ve olamadık da. Aziz Yıldırım Galatasaray'ın UEFA Kupası Şampiyonluğu için "tesadüf" dediğinde aslında bundan bahsetmek istiyordu ama potansiyel dalga unsuru olarak görüldüğünden kimse onu ciddiye almadı hatta kıskançlıkla suçladı. Aziz Yıldırım v2.0 olarak söylüyorum ki: "Galatasaray'ın UEFA şampiyonluğu, Milli Takım'ın 2002 Dünya Kupası'nda kazanmış olduğu üçüncülük, 2008 Avrupa Şampiyonası'ndaki yarı final, -çok büyük bir başarı olarak görmesem de "bak Fenerbahçe'ye laf söylemiyor" dedirttirmemek için yazıyorum- Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale çıkması tamamen birer TE-SA-DÜF-TÜR biline... Bu başarıların tesadüf statüsünden çıkabilmesi için tekrarlanmaları da şarttır. Bu saydıkların birer tekrar değil de nedir diyecek olanlara kısa bir açıklama yapmak isterim: "1 senelik" Avrupa Fatihi Galatasaray'ın yaklaşık 10 yıldır fatihi olduğu Avrupa'da kayda değer bir başarısı yok hatta Avrupa'daki topraklarını kaybetme sürecine girmiş Osmanlı Devleti gibi çöküşler yaşamakta... Yöneticilerinin dilinden konuşursak "Dünya Takımı" olan Fenerbahçe'nin futbolcuları vize almak için herhangi bir ülkenin konsolosluğuna gitseler vize işlemlerinden anlamadıkları için şaşırıp kalacaklar... Milli Takım ise en komik olanı. Hatırlayalım, 1996 Avrupa Şampiyonası: 0 puan (tamam tecrübesizdik, eyvallah); 1998 Dünya Kupası'nda yokuz (hala tecrübesiziz ama); 2000 Avrupa Şampiyonası çeyrek final (Ömer Üründülvari bir şekilde: oooouuuuvv); 2002 Dünya Kupası'nda üçüncülük (evet büyük bir başarı kabul ediyoruz); 2004 Avrupa Şampiyonası yokuz (dünya üçüncüsü değil miydik biz?!); 2006 Dünya Kupası yokuz (hey gidi Kore, Japonya); 2008 Avrupa Şampiyonası yarı final oynadık (işte Türk'ün gücü, helal olsun Fatih'in aslanları); 2010 Dünya Kupası yine yokuz yine yokuz... -küçük bir not düşmek gerekirse bu turnuvaların eleme gruplarının hiçbirinde birinci olamamışız; ya play-off maçı oynayıp çıkmışız ya da ikincilik kontenjanı ile- İşin aslı şudur ki son 8 büyük turnuvanın birinde çeyrek final, birinde yarı final oynamışız, birinde üçüncü olmuşuz, birinde de gruptan çıkamamışız. Geriye kalan 4 turnuvaya katılamamışız bile. Bu başarılar bir tesadüf değil de nedir millet? Başarıların kalıcı olması için, "büyük" takım olabilmek için, "futbol" ülkesi olabilmek için istikrar gerekmekte. Maalesef futbolumuz ve istikrar kelimesi çok ayrı diyarların iki insanı gibi uzaklar birbirlerine.
Merak etmekteyim acaba bazı gazeteciler, yorumcular bu yazdıklarımı yaşamadılar mı? Rakibimiz olan Almanya dünyanın sayılı futbol ekollerinden biri hiç şüphesiz. Katıldıkları her turnuvada bizim tersimize minimum çeyrek final oynuyorlar, dört tanesinden de birini kazanıyorlar. Kağıt üstünde çok az gözüken şansımızı halka yanlış aksettirmek ya göz boyamadır ya da futbolun uyuşturucu etkisini kullanarak halkı uyutmaktır.

Bir de Mesut Özil vakası var tabiki. Mesut Almanya formasını seçtiğinde bu kadar yankı bulmamıştı çünkü ne de olsa daha 17 yaşında bir çocuktu o. Bu yaz Dünya Kupası'nda gösterdiği performans ve hemen ardından Real Madrid'e transferi onu popüler bir ikon haline getirdi ve onun gibi ikonlaşmak isteyen sevgili milliyetçi yazarlarımız sık sık adından bahseder oldu "Nasıl Almanya'yı seçer?", "Türk falan değil bu adam", "Elimizden nasıl kaçırırız böyle bir yeteneği?" ve nicesi şeklinde... Son 1 haftadır ise Almanya - Türkiye maçında Hiddink'in nasıl bir oyun anlayışıyla mücadele edeceğinden, sakatlıkların can sıkmasından, Almanya'nın en önemli yıldızlarından Schweinsteiger'in eksikliği nasıl hissedilecekten çok Mesut Özil'in hangi milletten olduğunu konuştu tüm Türkiye. He bir de Arda'nın pubisinden ama o çok başka bir hikayenin konusu. En çok merak edilen soru da "Gol atarsa sevinecek mi acaba?" oldu. Bu soruyu soranlar empati yapabiliyorlar mı acaba? Veya hiç düşündüler mi Kazım İngiltere'ye gol atsa ya da "Mehmet" Aurelio Brezilya filelerini havalandırsa ve sevinmeseler, aksine üzülseler... Mesut bu akşam o golü attıktan sonra sevinmediğinde kaç kişi sevinmiştir acaba? Eğer buysa milliyetçilik anlayışınız buyrun adam Türk'müş beyler. He bu arada unutmadan Mesut sevinmedi ama biz de mağlup olduk.
Milli Takım'ın milliyetçilik simgesi olarak kullanılması ve bir rant aracı olarak görülmesi herhalde kimseyi rahatsız etmiyor olsa gerek ki kimse de çıkıp "Arkadaş, ne diyorsunuz böyle? Alman Milli takımında Alman oynamıyor, Fransa'da Fransız yok, Portekiz'de Brezilyalılar cirit atıyor, futbol eşittir evrensellik olmuş siz hala şovenistlik peşindesiniz" demiyor ya ben kafayı buna takmış durumdayım. Tarihte futbolu milliyetçilik olgusunu yüceltmek için kullananlar İspanya diktatörü Franco, Almanya diktatörü Hitler, İtalya diktatörü Mussolini ve "Halkımı 40 yıl 3F ile yönettim: Fiesta, Fado ve Futbol" diyerek niyetini de hali hazırda belli etmiş olan Portekiz diktatörü Salazar... Şimdiler de ise FIFA sıralamasında oldukça gerilerde olan ekonomik olarak nitelendirildiklerinde üçüncü dünya ülkesi, gelişmekte olan ülke veya gelişmemiş ülke olarak lanse edilen ülkeler kullanmakta. Bu genellemeye biz de mi dahil oluyoruz peki bu durumda, bunu size bırakıyorum. Sanırım bu türlü eleştirlerin önüne geçmenin tek yolu karşımızdaki insana, eleştirdiğimiz veya hakkında olumlu ya da olumsuz yorum yaptığımız insana saygı duymaktan geçiyor.
"Saygı mı? Saygı ne arar la burda?!
...