2 Şubat 2012 Perşembe

Devrimin Devrimi

Resmi tarih yazımının önde gelen özelliklerinden biridir: tarihin içinden bir “tarih”i cımbızla çekip üstüne yorum yapmak. Diğeri de sebepleri ve sonuçları egemenlerin işine geldiği gibi yazmak. Böyle yetişmiş bir neslin mensubu olarak uzun zaman I. Dünya Savaşı’nın Avusturya Prensi’nin bir Sırp tarafından öldürülmesi ile meydana geldiğini sandık. 1914 tarihini o zamanki emperyalizm ve sömürgecilik mücadelesi ile ulusçuluk düşüncesinden tak diye soyutlayıp şak diye suçu Sırp suikastçi Gavrilo Princip’e atıverdik.

İşte bu eğitimi almış bir milletin evlatlarından dünkü maç üzerine çıksa çıksa “futbol terörü” başlığı çıkar. Star, Akşam, Sabah ve Habertürk gazeteleri maçı böyle anlatıyorlar. Arap Baharı’ndan haberleri yok mu peki? Var diyelim ve geçelim: Bu Arap Baharı, kısaca, nedir?

17 Aralık 2010 tarihinde Tunuslu Muhammed Bouazizi kendini ateşe verdiğinde isyanının sesinin bütün Arap dünyasında duyulacağını bilemezdi. Üniversite mezunu bir işsiz olan Bouazizi, sokakta seyyar satıcılık yaparken polisin arabasına el koyması ve yaşanan bu üzücü isyan eylemi ile başlayan olaylar Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da 18 ülkeye yayıldı. Kimi ülkelerde olaylar çok ufak çapta meydana gelirken Tunus, Yemen, Libya, Suriye ve Mısır gibi ülkelerde çok kanlı görüntülere sahne oldu. Bouazizi’nin kendisini ateşe vermesinden tam 1 ay sonra Mısır’da Ahmet Haşim El-Sayid kendini ateşe verdi. 25 Ocak’ta ise Mısır sokakları çürümüş tiranlığa, yolsuzluklara, adam kayırmacılığa, kokuşmuş ekonomik düzene isyan eden insanlarla dolup taşıyordu. Artık Tahrir Meydanı isyanın simgesi ve merkezi olacaktı. 18 günlük gösteriler sonucunda 11 Şubat’ta Hüsnü Mübarek istifa etti ve 30 yıllık “hükümdarlığı” son buldu. Ordu yönetimi devralsa da halk bu durumdan da memnun değildi. Mısır bugün hala “liberal” bir demokrasiye geçebilmiş ya da stabil olmuş değil.

Arap baharının en önemli halkasıydı Mısır’daki devrim. 30 yıl süren Mübarek rejiminin devrilmesi, devrimin başarıyla sonuçlandığının bir göstergesi hiç şüphesiz. Ancak hükumet destekçileri yalnızca ilk raundu kaybettiklerine inanıyorlardı. Ne de olsa Yılmaz Erdoğan’ın dediği gibi “oyunu savaş sananlar, savaşı da oyun sanarlar”dı. İç savaş diye adlandıramayacağımız olaylar yaşanmıyor değildi Mısır’da. İki tarafın da öfkesi dinmek bilmiyor. Elbet bir yerlerde bir kıvılcım çakacak ve sonucunda “sahalarda görmek istemediğimiz olaylar” yaşanacaktı.

Nitekim dün gece patlak verdi olaylar. Belki de halk gösterilerinde dahi böylesi bir çatışma yaşanmadı iki taraf arasında. Sosyal medyadan görünen o ki Al Ahly takımına ve taraftarlarına yapılan saldırılar planlı. Olayların yaşandığı yer olan Port Said kentinin Belediye Başkanı’nın, şehrin takımı olan Al Masry ile ülkenin en büyük takımı olan Al Ahly arasında oynanan her maçta tribündeki yerini aldığı ancak dünkü maçta nedendir bilinmez stadta olmadığı söyleniyor. Tribünlerdeki taraftarların ellerindeki eşit boydaki ve şekildeki “seri üretim” sopalar da olayların planlı olabileceğini gösterir nitelikte. Bunların yanı sıra basına yansıyan görüntüler insanın kanını dondurabilecek cinsten. Tribünden inerek Al Ahlyli oyunculara ve taraftarların olduğu bölüme saldıran Al Masry taraftarlarını (taraftar demek ne kadar doğru orası size kalmış), polis hiçbir şekilde durdurmaya çalışmıyor. Al Ahly tribünleri önüne set çekerek bekleyen polislerin aralarından geçiyor saldırganlar. Stadtaki elektirklerin de tam bu anda kesilmesi, kafalardaki soru işaretlerinin tavan yapmasına sebep oluyor. Yaşananların ardından üst düzey komutanlardan İsmail Osman’ın yaptığı açıklamalarda, Silahlı Kuvvetler’in ve İçişleri Bakanlığı’nın olaylarda hatasının olmadığını söylemesi ise ordunun olaylara bakışını açıklar nitelikte.

Eminim ki akıllara “Niçin Al Ahly takımı?” sorusu gelecektir. 1 yıl önce yaşanan protestoların cezası niye Al Ahly’e kesildi? Yaşananları “yalnızca bir holiganizm vakası” olarak nitelendiren kesimden beklemek lazım bu cevapları da neyse. Aslında soruların cevaplarını almak için Al Ahly’nin kuruluşuna inmek gerekiyor. 1907 yılında kurulan kulübün amacı, o dönem rejimi elinde bulunduran İngiliz kuvvetlerini futbolla alt edebilmekti. Arjantin’de olduğu gibi İngilizler sömürmek için gittikleri her yere futbollarını da götürüyorlar ancak bu icatları daha sonraları onların başına çorap örüyordu. Mısır, İngiliz himayesinden –göreceli olarak- kurtulmuşsa, bunun en önemli sebeplerinden biridir futbol ve Al Ahly kulübü. Günümüzde Al Ahly takımı taraftarlarının profillerini incelediğimizde sokaktan gelen, Mısır ulusunun birlik ve beraberliği için mücadelesini esirgemeyen, fakir ama gururlu bir kitle karşımıza çıkıyor. Tanıdık geldi mi? Geçen yıl bu zamanlarda sokaklarda Mübarek aleyhine gösteriler düzenleyen, hükümet ve orduyla karşı karşıya gelen ve hatta bu uğurda can veren adamlardan bahsediyoruz. Kısacası bizde söylendiği gibi “direnişin kalesi” niteliğinde Al Ahly kulübü. Bu nitelikleri onları mükemmel bir hedef haline getiriyor karşı cephe için.

Bu noktada değinmeden geçemeyeceğimiz bir nüans çıkıyor ortaya. Al Ahly’nin ezeli rakibi, taban tabana zıt görüşteki Zamalek kulübü olayların neresinde? Direnişçilerin bir futbol maçında öldürülmesine yaklaşımları nasıl oldu? Belki fubolun birlştirici unsurundan, belki de cinayet olarak adlandırabileceğimiz olaylara duyarlı bir yaklaşım sergilemelerinden kaynaklanarak Al Ahlyliler’le beraber hareket etme kararı aldı Zamalek taraftarları. Kahire’de iki kulübün en ateşli taraftarları, tek yumruk olarak olayları protesto ettiler. Al Ahly taraftarına gereken her türlü desteğin sağlanacağı da garanti etti Zamalek cephesi. Zamalek taraftarlarının daha liberal ve zengin kesimden oluştuğu ve Al Ahly ile kanlı bıçaklı oldukları gerçeğini göz önünde bulundurursak verdikleri bu desteğin önemi birkaç kat daha artacaktır.

Mısır Ligi süresiz iptal oldu sonuç olarak. Al Ahlyli futbolcular futbolu bıraktıklarını, Al Ahly kulübü ise tüm spor branşlarındaki faaliyetlerini durduklarını açıkladı. Olayların başrolündeki takım olan Al Masry Kulübünün başkanı hemen istifasını verdi “Bu insanlar benim taraftarlarım olamazlar” dercesine. Bu bile olayın futbolun dışında seyrettiğinin bir kanıtı değil midir? Yaşanan facia diğer takımların da radikal kararlar almasını sağladı; Al Gouna ligden çekildi. Her zaman söylerdik “Devrim olacaksa, tribünlerden yakılacaktır ilk ateş” diye. Yaşananlar, sürecin tamamen tersine işlediğini gösterdi. Ya da başka bir bakış açısıyla devrimin devrimi mi olacak bu olaylar?


Not: Giriş için Ezgi Elçi'ye selam olsun.