2 Şubat 2012 Perşembe

Devrimin Devrimi

Resmi tarih yazımının önde gelen özelliklerinden biridir: tarihin içinden bir “tarih”i cımbızla çekip üstüne yorum yapmak. Diğeri de sebepleri ve sonuçları egemenlerin işine geldiği gibi yazmak. Böyle yetişmiş bir neslin mensubu olarak uzun zaman I. Dünya Savaşı’nın Avusturya Prensi’nin bir Sırp tarafından öldürülmesi ile meydana geldiğini sandık. 1914 tarihini o zamanki emperyalizm ve sömürgecilik mücadelesi ile ulusçuluk düşüncesinden tak diye soyutlayıp şak diye suçu Sırp suikastçi Gavrilo Princip’e atıverdik.

İşte bu eğitimi almış bir milletin evlatlarından dünkü maç üzerine çıksa çıksa “futbol terörü” başlığı çıkar. Star, Akşam, Sabah ve Habertürk gazeteleri maçı böyle anlatıyorlar. Arap Baharı’ndan haberleri yok mu peki? Var diyelim ve geçelim: Bu Arap Baharı, kısaca, nedir?

17 Aralık 2010 tarihinde Tunuslu Muhammed Bouazizi kendini ateşe verdiğinde isyanının sesinin bütün Arap dünyasında duyulacağını bilemezdi. Üniversite mezunu bir işsiz olan Bouazizi, sokakta seyyar satıcılık yaparken polisin arabasına el koyması ve yaşanan bu üzücü isyan eylemi ile başlayan olaylar Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da 18 ülkeye yayıldı. Kimi ülkelerde olaylar çok ufak çapta meydana gelirken Tunus, Yemen, Libya, Suriye ve Mısır gibi ülkelerde çok kanlı görüntülere sahne oldu. Bouazizi’nin kendisini ateşe vermesinden tam 1 ay sonra Mısır’da Ahmet Haşim El-Sayid kendini ateşe verdi. 25 Ocak’ta ise Mısır sokakları çürümüş tiranlığa, yolsuzluklara, adam kayırmacılığa, kokuşmuş ekonomik düzene isyan eden insanlarla dolup taşıyordu. Artık Tahrir Meydanı isyanın simgesi ve merkezi olacaktı. 18 günlük gösteriler sonucunda 11 Şubat’ta Hüsnü Mübarek istifa etti ve 30 yıllık “hükümdarlığı” son buldu. Ordu yönetimi devralsa da halk bu durumdan da memnun değildi. Mısır bugün hala “liberal” bir demokrasiye geçebilmiş ya da stabil olmuş değil.

Arap baharının en önemli halkasıydı Mısır’daki devrim. 30 yıl süren Mübarek rejiminin devrilmesi, devrimin başarıyla sonuçlandığının bir göstergesi hiç şüphesiz. Ancak hükumet destekçileri yalnızca ilk raundu kaybettiklerine inanıyorlardı. Ne de olsa Yılmaz Erdoğan’ın dediği gibi “oyunu savaş sananlar, savaşı da oyun sanarlar”dı. İç savaş diye adlandıramayacağımız olaylar yaşanmıyor değildi Mısır’da. İki tarafın da öfkesi dinmek bilmiyor. Elbet bir yerlerde bir kıvılcım çakacak ve sonucunda “sahalarda görmek istemediğimiz olaylar” yaşanacaktı.

Nitekim dün gece patlak verdi olaylar. Belki de halk gösterilerinde dahi böylesi bir çatışma yaşanmadı iki taraf arasında. Sosyal medyadan görünen o ki Al Ahly takımına ve taraftarlarına yapılan saldırılar planlı. Olayların yaşandığı yer olan Port Said kentinin Belediye Başkanı’nın, şehrin takımı olan Al Masry ile ülkenin en büyük takımı olan Al Ahly arasında oynanan her maçta tribündeki yerini aldığı ancak dünkü maçta nedendir bilinmez stadta olmadığı söyleniyor. Tribünlerdeki taraftarların ellerindeki eşit boydaki ve şekildeki “seri üretim” sopalar da olayların planlı olabileceğini gösterir nitelikte. Bunların yanı sıra basına yansıyan görüntüler insanın kanını dondurabilecek cinsten. Tribünden inerek Al Ahlyli oyunculara ve taraftarların olduğu bölüme saldıran Al Masry taraftarlarını (taraftar demek ne kadar doğru orası size kalmış), polis hiçbir şekilde durdurmaya çalışmıyor. Al Ahly tribünleri önüne set çekerek bekleyen polislerin aralarından geçiyor saldırganlar. Stadtaki elektirklerin de tam bu anda kesilmesi, kafalardaki soru işaretlerinin tavan yapmasına sebep oluyor. Yaşananların ardından üst düzey komutanlardan İsmail Osman’ın yaptığı açıklamalarda, Silahlı Kuvvetler’in ve İçişleri Bakanlığı’nın olaylarda hatasının olmadığını söylemesi ise ordunun olaylara bakışını açıklar nitelikte.

Eminim ki akıllara “Niçin Al Ahly takımı?” sorusu gelecektir. 1 yıl önce yaşanan protestoların cezası niye Al Ahly’e kesildi? Yaşananları “yalnızca bir holiganizm vakası” olarak nitelendiren kesimden beklemek lazım bu cevapları da neyse. Aslında soruların cevaplarını almak için Al Ahly’nin kuruluşuna inmek gerekiyor. 1907 yılında kurulan kulübün amacı, o dönem rejimi elinde bulunduran İngiliz kuvvetlerini futbolla alt edebilmekti. Arjantin’de olduğu gibi İngilizler sömürmek için gittikleri her yere futbollarını da götürüyorlar ancak bu icatları daha sonraları onların başına çorap örüyordu. Mısır, İngiliz himayesinden –göreceli olarak- kurtulmuşsa, bunun en önemli sebeplerinden biridir futbol ve Al Ahly kulübü. Günümüzde Al Ahly takımı taraftarlarının profillerini incelediğimizde sokaktan gelen, Mısır ulusunun birlik ve beraberliği için mücadelesini esirgemeyen, fakir ama gururlu bir kitle karşımıza çıkıyor. Tanıdık geldi mi? Geçen yıl bu zamanlarda sokaklarda Mübarek aleyhine gösteriler düzenleyen, hükümet ve orduyla karşı karşıya gelen ve hatta bu uğurda can veren adamlardan bahsediyoruz. Kısacası bizde söylendiği gibi “direnişin kalesi” niteliğinde Al Ahly kulübü. Bu nitelikleri onları mükemmel bir hedef haline getiriyor karşı cephe için.

Bu noktada değinmeden geçemeyeceğimiz bir nüans çıkıyor ortaya. Al Ahly’nin ezeli rakibi, taban tabana zıt görüşteki Zamalek kulübü olayların neresinde? Direnişçilerin bir futbol maçında öldürülmesine yaklaşımları nasıl oldu? Belki fubolun birlştirici unsurundan, belki de cinayet olarak adlandırabileceğimiz olaylara duyarlı bir yaklaşım sergilemelerinden kaynaklanarak Al Ahlyliler’le beraber hareket etme kararı aldı Zamalek taraftarları. Kahire’de iki kulübün en ateşli taraftarları, tek yumruk olarak olayları protesto ettiler. Al Ahly taraftarına gereken her türlü desteğin sağlanacağı da garanti etti Zamalek cephesi. Zamalek taraftarlarının daha liberal ve zengin kesimden oluştuğu ve Al Ahly ile kanlı bıçaklı oldukları gerçeğini göz önünde bulundurursak verdikleri bu desteğin önemi birkaç kat daha artacaktır.

Mısır Ligi süresiz iptal oldu sonuç olarak. Al Ahlyli futbolcular futbolu bıraktıklarını, Al Ahly kulübü ise tüm spor branşlarındaki faaliyetlerini durduklarını açıkladı. Olayların başrolündeki takım olan Al Masry Kulübünün başkanı hemen istifasını verdi “Bu insanlar benim taraftarlarım olamazlar” dercesine. Bu bile olayın futbolun dışında seyrettiğinin bir kanıtı değil midir? Yaşanan facia diğer takımların da radikal kararlar almasını sağladı; Al Gouna ligden çekildi. Her zaman söylerdik “Devrim olacaksa, tribünlerden yakılacaktır ilk ateş” diye. Yaşananlar, sürecin tamamen tersine işlediğini gösterdi. Ya da başka bir bakış açısıyla devrimin devrimi mi olacak bu olaylar?


Not: Giriş için Ezgi Elçi'ye selam olsun.

22 Mayıs 2011 Pazar

Maçlar Bitmeden

(Ezgi Elçi'nin klavyesinden...)
Spor Toto Süper Lig’de 2010-2011 sezonunun son maçları oynanmadan yazmak istedim bu yazıyı. Daha şampiyon belli olmadan yazmak belki de fair play ruhuna daha uygun olacaktı. Şike iddiaları, teşvik primi muhabbetleri, bazı kulüplerin diğer kulüpleri desteklemesi gibi olayları bir kenara bırakıp sadece futbolun güzelliklerini yazmak istedim.
Bir Fenerbahçeli olarak Trabzonspor ile başlamak istiyorum. Sezonun ortasına 9 puan önde girip an itibariyle puan cetvelinde 2. Sırada olmak kimilerine göre başarısızlık olarak görülebilir. Ancak son haftaya kadar şampiyonluk mücadelesini sürdürmek bana göre büyük bir başarı. Şenol Güneş çok büyük bir hoca. Hatta kanımca faal teknik direktörler içindeki en iyi yerli hoca. “Kriterin ne?” diye soracak olursanız oynattığı futbol.
Aykut Kocaman benim gözümde enkaz devralmış bir hoca. Daum gibi kişiliksiz ve korkak bir hocadan sonra (Daum’un hiçbir final maçını kazanamaması bunun en büyük kanıtıdır. Sadece Türkiye Kupası değil 2 lig şampiyonluğunun son haftada kaçması Daum eseridir.) takımını 9 puan geriden şampiyonluk potasına oturtması ve tüm rakiplerini devirmesi Aykut Hoca’nın iyi bir hoca olacağının habercisidir.
Ezcümle, futbolun dili her ne kadar uluslararası olsa ve herhangi bir millete mensup birinin herhangi bir ülkenin takımında başarılı olacağına inanıyorsam da şu içimdeki yerli hoca sevdasını atamıyorum evet.
Yılın “en”leri
İlk 3 olarak belirledim. Kafama göre.
Yılın futbolcusu: 1. Alex De Souza 2. Burak Yılmaz 3. Mamadou Niang
Yılın yerli futbolcusu: 1. Burak Yılmaz 2. Gökhan Gönül 3. Selçuk İnan
Yılın yabancı futbolcusu: 1. Alex De Souza 2. Mamadou Niang 3. Emmanuel Emenike
Yılın takımı: 1. Fenerbahçe 2. Trabzonspor 3. İstanbul Büyükşehir Belediyespor
Yılın teknik direktörü: 1. Aykut Kocaman 2. Şenol Güneş 3. Eruğrul Sağlam
Burada bir parantez açıp Abdullah Avcı, Yücel İldiz ve Tolunay Kafkas’a da teşekkür etmek lazım.
Yılın en iyi çıkış yapan takımı: 1. Gaziantepspor 2. Kardemir D.Ç. Karabükspor 3. İstanbul Büyükşehir Belediyespor
Yılın taraftar grubu: 1. Bozbaykuşlar 2. Tek Yumruk 3. Genç Fenerbahçeliler
Yılın hayal kırıklığı: 1. Galatasaray 2. Bucaspor 3. Yılmaz Vural
Burada yine bir parantez açmak lazım. İBB kendisini Süper Lig’e çıkaran Abdullah Avcı’ya güvendi ve takımın başında tuttu. Yine Karabük, Yücel İldiz ile aynı şekilde devam etti. Ancak Bucaspor kendi içinden gelen güce ihanet ederek Bülent Uygun ile anlaştı ve 20 küsür futbolcu transfer etti. Bedelini geldiği gibi küme düşerek ödedi.
Yılın en çirkin olayı: 1. Bursa’da Beşiktaş maçı öncesi çıkan olaylar. 2. Efsane Hagi’nin giderken Galatasaray hakkında sarfettiği sözler 3. Arda Turan’ın kasık sakatlığı hakkında yapılan terbiyesizce yorumlar
Yılın en güzel olayı: 1. TT Arena’nın açılışında yaşanan olaylardan sonra ağır tehditler yiyen Galatasaray’a tüm takım taraftarlarının destek çıkması. 2. Bozbaykuşlar’ın Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde açtığı pankart 3.Güiza’nın Bucaspor maçında attığı gol sonrası gözyaşlarına hakim olamaması
E diyeceksiniz “Ziraat Türkiye Kupası’nı alan Beşiktaş niye burada yok”? Spor Toto Süper Lig’de çok başarısız bir sezon geçirmesi ve yöneticilerinin yaptığı fair play dışı açıklamalar yüzünden yok. Ama Tayfur Havutçu hoca Türkiye Kupası ile birlikte biz spor severlerin gönlünde taht kurmuştur. Bu başarısından dolayı Tayfur Hoca’yı birkez daha tebrik ederim.
Seneye görüşürüz.

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Gazoz Ligi Tanıtımı


Kasım'ın sonununda bu yana organize ettiğimiz Gazoz Ligi'ni bilmeyenler ve hakkında bilgi sahibi olmak için yanıp tutuşanlar için derli toplu bir şeyler yazmayı düşünüyordum uzun zamandır. Bu yazı, önümüzdeki yıl lige girmek isteyen veya daha bilinçli bir şekilde takip etmek isteyen insanlar için açıklayıcı nitelikte olmalıydı. Spor Pazarlaması dersimin vaka ödevinin bu yazıya ön ayak olması ise pazarlama derdi gütmediğimiz bu organizasyon için enteresan oldu tabi. Gazoz Ligi nedir ne değildir, takımlara ve oyunculara ilişkin belli başlı kurallar yer almakta bu yazıda. Buyrun:

GAZOZ LİGİ NEDİR, NE DEĞİLDİR?

Gazoz Ligi, 2009 yazında yazarlar arası turnuvalar ve özel maçlara katılmak üzere Bağış Erten’in kaptanlığında kurulan Ayazma’nın (Anadolu Yazarlar ve Müzisyenler Ayaktopu Takımı) bir buçuk yıldır maç yaptığı ve dostluk kurduğu 10 takımla bir araya gelmesiyle ve “başka bir futbol mümkündür” söyleminden hareketle kurulmuştur. Futbolun ruhunu yaşatmayı amaçlar. Etiğe ve vicdana karşı olan her türlü eylemden uzak durur. Bu söylemlerden yola çıkarak ligin bünyesinde bulunan takımların öncelikli amaçları fair-play’i, dostluğu ve saygıyı ön planda tutmaktır. Yani asıl amaç, “maç kazanmak” değil “futbol oynamak”tır. Gazoz Ligi’nin mottosu olan “Gazozuna...” deyimi ligin amacını ve hedefini belirlemektedir.

Gazoz Ligi’nde mücadele etmek için yetenekli olmak veya iyi top oynamak önemli değildir. Taktiğinizin, şablonunuzun, oyuncularınızın hiç bir önemi yoktur. Bir takımda istenilen ve aranan öncelikli özellik “rakibe saygı”dır. Kısacası Gazoz Ligi, rekabet değil, fair-play tabanlı bir organizasyondur. Hedef kitlesi ise modern futbolunun klişelerinden, çarpıklıklarından, haksızlıklarından, yolsuzluklarından, endüstriyelleşmesinden bunalan tüm “futbol” fanatikleridir. Gazoz Ligi, “başka” bir futbolun mümkün olduğuna inanan herkes için kurulmuştur ve bu amaca hizmet etmektedir. Bu ligde maçtan sonra sonuç ne olursa olsun rakibi tebrik etmek caizken, kart görmek ve rakibi küçük düşürücü hareketlerde bulunmak günahtır.

ORGANİZASYONUN GENEL YAPISI

Gazoz Ligi tamamen amatör oyunculara yönelik kapalı bir futbol organizasyonudur. Maçların düzeni ve kontrolü, istatistiklerin maçlarda toplanması ve ilgili yayın organlarında (web sitesi, facebook, twitter) yayınlanması, takımlara ve oyunculara verilecek ödüllerin ve uygulanacak cezalara karar verme yetkisi lig yönetimine aittir.

Maçlar, bilinen lig sistemiyle iki devre halinde oynanmaktadır ve normal sezonu 22 hafta sürmektedir. Normal sezonun ardından ilk 8 takım başarı sıralarına göre çapraz eşleşip play-off’larda mücadele ederler. İki maç üzerinden oynanan play-off karşılaşmaları, tek maçlı final müsabakasıyla sona erer ve şampiyon takım ilan edilir. Tüm maçlar Salı ve Çarşamba günleri Beşiktaş Jimnastik Kulübü Fulya Şan Ökten Tesisleri’nde oynanmaktadır.

TAKIMLAR

Katılımcı takımlar, sezon başında en az 18 en fazla 26 oyuncudan oluşacak şekilde oluşturulurlar. Gazoz Ligi’ne katılacak takımlar, başvurularını belirtilen süreye kadar, kaptanları ve oyuncuları seçilmiş biçimde yapmak durumundadırlar. Her takım kendisinin; diğer takımlardan ayırt edilmesini sağlayacak şekilde renklendirilmiş, tasarlanmış forma/t-shirt giymeye mecburdur.

Bu ligde oynayan tüm takımların kendi içinde bir anlam taşıması gerekir. Burada önemli olan takımın ruhunu oluşturacak bir temsiliyettir. Lige katılacak takımlar bu kriterlere göre seçilmiştir. Takımdaki oyuncuların çoğunluğunun o kimliğe uygun olması şarttır. Bu konuda son söz lig yönetiminindir.

2010–2011 Seozunu Takımları:

-Ayazma: Romancılar, yazarlar, müzisyenler, tiyatrocular, sinemacılar ve karikatüristler... Bünyesinde Bağış Erten, Hayko Cepkin, Harun Tekin, Alpay Erdem, Cansel Elçin gibi tanınmış simaları barındırır.

-Av.ATAR: Uluslararası şirketlerde hukuk danışmanlığı yapmış 12 yıllık avukat Halil Ünlüeser’in kaptanlığında, ulusal ve uluslararası şirketlerin üst düzey yöneticileri ve avukatları.

-SİYAD: Uğur Vardan'ın kaptanlığında, Sinema Yazarları Derneği üyeleri.

-Boğaziçi: Öğrencilik yıllarında Boğaziçi Üniversitesi futbol takımında oynamış üst düzey yönetici ve iş adamları.

-Ahparig: Yazı-çizi işiyle uğraşan editör, akademisyen tayfası.

-Dinamo Express: Express, Roll ve Bir+Bir Dergisi yazarları, çalışanları.

-AKUT: 14 yılda 1164 kişi ile toplam 825 operasyona katılmış AKUT (Arama Kurtarma Derneği) üyeleri.

-Tiyatro: Sarp Apak, Ersin Korkut, Hamdi Kahraman, Rıza Kocaoğlu gibi isimlerden oluşan BKM çevresi, tiyatro oyuncuları ve çalışanları.

-Etkisiz Eleman: İstanbul’daki bazı üniversitelerin matematik bölümü akademisyenleri ve öğrencileri.

-Neurosport: Teknik direktörlüğünü Eurosport ve NTVSpor yorumcusu Caner Eler'in yaptığı; İsmail Şenol, Emek Ege gibi NTVSpor spikerleri ve Eurosport Türkiye çalışanları ile NTVSpor Yenilsen de Yensen de ekibinden oluşan karma.

-İTÜ İMK: Türkiye’nin en aktif öğrenci kulüplerinden İTÜ İşletme Mühendisliği Kulübü öğrencileri.

GAZOZ LİGİ ANAYASASI (KURALLAR ve CEZALAR)

· Bir takım 10 oyuncu 1 kaleci olmak üzere 11 kişiden oluşur. Takımlar en fazla 7 yedeği kenarda bekletebilir. Ekiplerin maç boyunca istediği kadar değişiklik yapma hakkı vardır. Oyundan çıkan oyuncu tekrar oyuna dahil olabilir. Oyuncu değişiklikleri lig maçlarındaki sakatlık prosedürüne tabii olarak gerçekleşir. Bu hakkın suistimal edilmesi halinde hakem gerekli tedbirleri alır, gerekirse değişikliğe izin vermez.

· Maça takım formasını giymeyen oyuncular alınmaz. Oyuncular, yönetime daha önceden belirtmek koşuluyla başka bir takım arkadaşının formasını giyebilirler. Maçlar 60 dakika üzerinden oynanır. Maç saatinin başında 5 dakika ısınma süresi devre arasında ise 5 dakika dinlenme süresi bulunur. Maç 5 dakika ısınma süresinin sona ermesiyle başlar.

· Maç içinde hakeme karşı art niyetli her türlü fiziksel temasta bulunan oyuncu ömür boyu ligden ihraç edilir. Hakeme sözlü müdahale ve hakaret halinde lig yönetimi oyuncuyu ihraç etme hakkını saklı tutar.

· Lig yetkililerine karşı yapılan her türlü fiziksel ve sözlü müdahale halinde lig yönetimi oyuncuları veya takımı cezalandırma/ihraç etme hakkını saklı tutar.

· Toplamda 2 defa sarı kart gören oyuncu, 2. sarı kartını gördüğü maçı takip eden ilk maçta oynamama cezası alır. Oyuncu maçta oynamamakla cezası son bulur, cezanın bitiminden sonra sarı kart sayacı yeniden işlemeye başlar. Sarı kart sayacı play-off’lara da taşınır. Play-off’larda da kural değişmez. Bir tek yarı finalde sarı kart sayacı sıfırlanır.

· Bir maç içinde ikinci sarı karttan, kırmızı kart gören gören oyuncu, bir sonraki maçta oynamama cezası alır. Bu şekilde alınan maç oynamama cezası kart sayacını sıfırlamaz. Direkt olarak kırmızı kart gösterilen oyuncunun cezası, hakemin raporu doğrultusunda Yönetim tarafından belirlenir.

· Normal sezon boyunca tutulan faul, sarı kart ve kırmızı kart istatistikleri baz alınarak “Centilmenlik Ligi” oluşturulur. Her faul 1 puan, her sarı kart (nedenlerine bağlı olarak) 5, 8, 10 puan, her kırmızı kart da (yine nedenlerine göre) 10, 16 ve 20 puan olarak değerlendirilir. Bu ligi puan olarak zirvede bitiren takım 3-0 hükmen bir mağlubiyet alır ve 3 puanı silinir. Aynı şekilde bu kriterlere göre en az puan alan takım ise 3-0’lık bir galibiyet ile ödüllendirilir ve hanesine 3 puan eklenir. Bu sonuçlar da göz önüne alınarak play-off karşılaşmalarına geçilir.

14 Mart 2011 Pazartesi

Değişiklik Candır


Yaklaşık bir buçuk senedir hizmet veren, kahrımı fazlasıyla çeken, sevgili Superman temalı adresim olan thelastblogofkrypton.blogspot.com'a veda ediyorum. Uzun zamandır "blogun adı çok komplike" tepkileri üzerine değişikliğin gerekli olduğunu düşünmemin ve blog adresini soran insanlara bir çırpıda söylesem dahi mutlaka tekrarını istemelerinin, ardından da mecburen bir yerlere yazarak iletmemin de büyük payı var tabi. Daha basit, daha akılda kalıcı ve uğrunda çabaladığım, ilgimi ve çalışmalarımı üzerinde yoğunlaştırdığım "başka bir dünya mümkün" temasından yola çıkara seçiyorum "Alternatif Tribün" başlığını. Bana başlık konusunda yaklaşık 10 saniye düşünerek yardımcı olan ve bu süre zarfında bu başlığı yaratan sevgili arkadaşım Hasan Omay'a teşekkür eder, verdiği bu 'masterpiece' fikirden ötürü yaratıcılığını takdir ederim...

Not: Ne kadar engellensek de blogspot'tan vazgeçme niyetinde değilim. Ne zaman wordpress'e tamamen alışırım, o zaman oraya da geçişi yaparız ama elbette:)

17 Şubat 2011 Perşembe

The Best Wingman Ever


"Yaşlanıyor muyuz ne?"

Bir Devrin Sonu

98 Dünya Kupası... Henüz 11 yaşında olan ben, tutmam gereken takımı sonunda keşfetmenin sevinciyle yerimden fırlıyorum "GOOOOL" diye bağırarak. Ronaldo, Hollanda filelerine yolluyor topu. O anda diyorum işte kendi kendime "Buldun adamını" diye. O zamanlar herkesin bir idolü var tabi. Kimisi Laudrup'çu, kimisi Zidane'cı, kimisi Batistuta'cı, kimisi de Rivaldo'cu... Ben Ronaldo'cu oluyorum o gün. Halbuki o, 4 yıl önce gösterir kendisini Amerika'daki Dünya Kupası'nda. Hiç süre bulamamıştır ama kupa sevincini tekrar izlerken fark ederiz, 20 numaralı tıfıl, dişlek çocuğun sırtında Ronaldo yazıyordur ve henüz 18 yaşındadır. Kendini çoktan piyasaya çıkarıp Cruzerio'da 14 maçta 12 gol kaydetmiştir ancak tecrübesiz olduğu için Dünya Kupası'nda forma giyemez maalesef. Her şey o yıl PSV'ye transfer olmasıyla başlar ve devam eder ki herkes bundan sonrasını gayet iyi biliyor zaten.
Yıllar boyunca basının bir numaralı malzemesi olmuştur Ronaldo. Nasıl olmasın? Sponsoru olan Nike'ın reklam yüzü olur uzun süre boyunca. Micheal Jordan basketbolda ne kadar ürün sattırıyorsa, Ronaldo da futbolda o kadar satış anlamına gelir Nike için. Şöhret basamaklarını, sahalarda durdurulamayan fuleli koşusuyla tırmanır. Futbolun ilk süper yıldızı derler onun için. Fenomen lakabını takarlar daha sonra. Bu kadar övmek yeter deyip yermeye karar verdiklerinde işler değişir. Aynı koşuyla inmeye başlar o çıktığı yüksek merdivenleri. Düzensiz bir sosyal yaşamı var derler önce. Hayat arkadaşlarına takarlar kafayı, evlendi-boşandı falan... Dünyadaki sorunlarla, siyasetle hiç ilgilenmiyor derler ama unuturlar veya unutmak isterler en çok hayır amaçlı maçlar düzenleyenin Ronaldo olduğunu. En son da şişman derler, düşene bir de onlar vururlar. Ama her koşulda, her övgüde ve her yergide o sadece çıkıp top oynamak ister. O, böyle kendisi olur çünkü.
FIFA 98'i hatırlayanlar var mıdır bilmem. Dün gibi hatırlarım oynadığım ilk futbol oyununu. Hatta ilk bilgisayarımı sırf onu oynayabilmek için aldığımı da hatırlarım. O oyunda iki tane oyuncu vardı, üzerine tanımayacağınız, bir nevi "bug" olan. Biri Weah'tı diğeri de Ronaldo. Ama sadece Ronaldo'nun "Overall Rating"i 99'du. Çünkü o "En iyisiydi". Her şeyi yapabilirdiniz onla. Sürat desen var, çabukluk desen var, dripling desen var, şut desen var, teknik desen var, hava hakimiyeti desen var, frikik desen o bile var. Bunlar sadece oyunda değildi, "gerçekte" de hepsine sahipti. O yüzden en iyiydi ya zaten. Önce bordo-lacivert ardından mavi-siyah formayla attığı birbirinden şık golleri tekrar tekrar izlemek en büyük eğlenceydi. Hele ki o çalımları yok muydu... Şimdiler de bile Ronaldo gibi çalım atan futbolcuya rastlamak zor. Dizlerini kıra kıra dizerdi ipe dizer gibi müdafaayı. Diz demişken... Bu şaşalı goller ve çalımlar Kasım 99'a kadar sürebildi maalesef. Geçirdiği çapraz bağ sakatlığı bir devri kapatıyordu belki de. Bu devir yalnızca 4-5 sene sürse bile... Başka bir sakatlık belki de bu kadar etkilemezdi Ronaldo'yu. Hani İskender yoğurtsuz olmaz ya, ya da Superman'i pelerinsiz düşünemeyiz... O da çabukluğunu sağlayan, çalım atabilmesine olanak tanıyan dizleri olmazsa bir hiçti.

Yaklaşık 1 yıl sonra sahalara döndüğü maçta yeniden sakatlandı. Futbol hayatının bittiğini düşünenler oldu. 1 yıl daha uzak kaldı çim kokusundan. Bu dönem içerisinde sık sık spor salonunda gördük onu, dizlerini kuvvetlendirmeye çalışırken. Geri döndüğünde belki artık en hızlısı değildi, belki o fantastik çalımları izleyemiyorduk. Ama bitiriciliğinden hiç bir şey kaybetmediğini gösteriyordu herkese. 2002 Dünya Kupası'nda yeniden doğdu ve 8 golle gol kralı olmayı başardı. Zidane'lı, Figo'lu Los Galacticos'a transferi büyük yankı uyandırdı. Ne kadar uğraştıysa da müzesinde tek eksiği olan Şampiyonlar Ligi kupasına erişemedi. Madrid basını tarafından her gün eleştirilmeye dayanamıyordu bu sırada. Performansında gözle görülür bir düşüş meydana geliyordu. 2006 Dünya Kupası'nda Brezilya'nın gol umuduydu ve Gana'ya attığı golle Gerd Müller'in "Dünya Kupaları Tarihinde En Çok Gol Atan Futbolcu" unvanını ele geçiriyordu. Ancak işler iyi gitmedi ve favori Brezilya, Fransa'ya çeyrek finalde elendi. Yaşadığı bir kaç sakatlığın da etkisiyle gözden tamamen düştü ama yine de ismi olan bir kulübe, Milan'a transfer oldu. Yeniden doğabilecek mi derken yan bağları 3. defa kopuyordu. Yine aynı sahne, Ronaldo yine sedyede ve ağlayarak sahayı terk ediyor... 2009'da ülkesine döndüğünde Corinthians taraftarları sevinçten çılgına dönüyordu ama Ronaldo yanında kilolarını da getirmişti. 109 kiloya kadar çıkmıştı ve sakat olan dizleri yüzünden ayakta durabilmesi bile bir mucizeydi. O da bunun bilincindeydi ve bu haftanın başında artık emekliye ayrıldığını açıkladı.

Bir devir bu sefer gerçekten de sonlandı. Ardında muhteşem goller, kırılan rekorlar, bireysel ödüller, şampiyonluklar, kupalar bıraktı. "Fenomen" lakabını niçin hak ettiğini herkese gösterdi. Belki de Ronaldinho (küçük Ronaldo anlamına geliyor) örneğinde olduğu gibi isim babalığı yapmaya devam edecektir. Belki sosyal sorumluluk projelerinde izleyeceğiz onu artık. Ama en azından ağlarken ve dizini tutarken görmeyeceğiz onu, en iyisi de bu oldu belki de... Son sözü ise kendisine Ronaldo'yu örnek almış ve onunla büyümüş olan bir Fransız'a, Benzema'ya bırakalım: "Bana göre gelmiş geçmiş en iyi futbolcu. Futbol oynamayı bırakacak olsa bile ben onun DVD görüntülerini izlemeyi bırakmayacağım. Onun gibi bir kariyere sahip olmak beni hayallerimi süslüyor."

20 Ocak 2011 Perşembe

Ne Demişler? #10


"Kafamızda yapmak istediğimiz bir takım projeler var. Bunların en azından % 80'ini gerçekleştirdiğim takdirde bu dönemin sonunda başkanlık görevini bırakmayı düşünüyorum" -Aziz YILDIRIM

Tarihe karışmış olan "Süper Futbol" dergisinin Ağustos 1998 tarihli 7. sayısında Fenerbahçe'nin çiçeği burnunda "genç" başkanı Aziz Yıldırım ile yapılan röportajda Yıldırım'ın, "Fenerbahçe'de sadece bir dönem başkanlık yapacağınızı söylemiştiniz. Bu hala geçerli mi?" sorusuna verdiği yanıt.