9 Mart 2010 Salı

Spor: Barış mı Savaş mı?


Gerçekten çok gecikti bu yazı. Keşke o tarihlerde açmış olsaydım blog'u da o zaman yazsaydım. Tarih 26 Eylül 2009. Turkcell Süper Ligi'nin 7. haftası. Diyarbakırspor,Bursaspor deplasmanında. Diyarbakırspor'un lige iyi başladığı, iyi top oynadığı haftalar. Üst sıraları zorluyorlar ve herkes "Acaba bu sezonki süpriz Diyarbakır'mı?" diyor. Bursaspor ise ligin üst sıralarında yer alacağını anons etmiş durumda. Siyaset gündemini ise Kürt açılımı oluşturmakta. Şimdi normal olarak sorabilirsiniz "ne alaka şimdi siyaset gündemi?" diye... Aslında bu haftasonu futbol adına Diyarbakır'da yaşanan rezaletin çıkış noktası o gündem. Kürt Açılımı'nın ardından tüm ülke, sanki birbirlerine düşmanmışçasına 2 ayrı kutupa bölündü adeta. Hatta işi abartıp "Bölünüyoruz! Ülkeyi bölmek istioyrlar!!!" diyenler dahi oldu. Sonra ne oldu? Tabiki unutuldu. Herşeyin unutulduğu gibi. Bu nasıl bir ülkedir ki bir gün bölünme korkusu yaşayanlar öbür gün başka bir haberle neşelenebiliyorlar. Biz 26 Eylül akşamına geri dönelim. Maçı çok net hatırlıoyrum. Özet görüntülerde Bursaspor taraftarının -öncelerde- anlam veremediğim bir nedenle Diyarbakırspor taraftarlarına taş ve bilimum başka sert cisimler fırlattıklarına şahit olmuştum. Anlam veremediğim için de normal olarak nitelendirdim. Hatta çok da üstünde durulcak birşey gibi dahi görünmüyordu. Neler görmüştü bu ülkenin stadları o zamana kadar. Bu da maçın oynandığı akşam ajanslara düşen haber:

Turkcell Süper Ligi'nin 7'nci haftasında Atatürk Stadı'nda karşılaşan Bursaspor ile Diyarbakır müsabakası sırasında iki takım taraftarı arasında çıkan kavga sonucu 10 taraftar yaralandı. Tribünlerde birbirlerine karşılıklı taş ve koltuk parçası atılması sonucu iki takımdan toplam 10 taraftar çeşitli yerlerinden yaralandı. Çevik kuvvet ekipleri olaylara müdahale ederken çok sayıda taraftar gözaltına alındı. Yaralı taraftarlar şehirdeki çeşitli hastanelere kaldırıldı.

Bursaspor-Diyarbakırspor maçı sonrası iki takım yöneticileri arasında yaşanan gerginlik kavgaya dönüşmeden son anda önlendi.

Maç sonrası Bursaspor Kulübü Başkanı İbrahim Yazıcı, Diyarbakırspor kafilesini uğurlamak üzere takım otobüsünün yanına gitti. Bu sırada Diyarbakırspor yöneticileri oldukları iddia edilen şahıslar Başkan Yazıcı'nın üzerine yürüdü. 'Diyarbakır'a gelmeyin' yanıtını alan Yazıcı sinirlenince ortam gerildi.

Bu sırada Diyarbakırsporlu yönetici oldukları iddia edilen yönetici ve taraftarlar, İbrahim Yazıcı'nın üzerine yürüyünce ortam bir anda gerildi. Başkan Yazıcı güçlükle sakinleştirilirken, Diyarbakır
kafilesi stadyumdan ayrıldı.

Ajanslar

Okuduğunuz üzere Kürt sorunu ile iligli en ufak bir kelime dahi geçmemekte. Çünkü herkes sıradan bir olay olarak görmüştü bunu. Ancak görüntüleri tekrar iyice izleyip ve iyice dinledikten sonra olayın daha farklı bir boyutta olduğunu anladım. Yukarıda bahsettiğim gibi Kürt Açılımı sonrasındaki kutuplaşmanın bir meyvesiydi. Kürt vatandaşlarına tanınan bazı hakları içine sindiremeyen diğer kutubun temsilcisi niteliğine bürünen Bursaspor taraftarının bu davranışının nedenini Bursa'nın sosyo-kültürel yapısıyla ilişkilendirmemiz pek tabiki mümkündür. Maçın son dakikalarında yabancı maddeler ile kreşendoya ulaşan "Ne mutlu Türk'üm diyene", "Kürtler dışarı", "Kahrolsun PKK" sloganları Diyarbakırspor taraftarına karşı yapılmış bir başka ırkçılık çeşidi olduğunu söylemekte pek sakınca bulmamaktayım. Nitekim Maçtan sonra olağanüstü toplanan Federasyon yetkilileri de ceza kitabına, İtalya'da veya İspanya'da görebildiğimiz ırkçılıkla ilgili maddelere yakın bir madde eklemişlerdi. Buna göre taraftarların yaptığı ırkçı tezahüratlarla beraber millet ayrımcılığı içeren sloganlara da ceza gelecekti. Bunun sonucunda yanlış hatırlamıyorsam Bursaspor'un sahası 3 maç kapatıldı ve yüklü bir para cezası aldı.

Ajanslardan aldığım ve yukardaki yazıda paylaştığım yazıda ilk dikkatimi çeken Diyarbakırspor'lu yöneticilerin Bursaspor yöneticilerine yönelik söylemiş oldukları iddia edilen "Diyarbakır'a gelmeyin!" sözleri oldu. Ki zaten onları getirmemek için haftalar öncesinden Diyarbakır'daki tüm otellerin rezarvasyonlarını doldurmuşlardı. Evet, haftalar öncesinden hatta aslında 26 Eylül'den bu yana Diyarbakır'da oynanacak maçın gergin geçeceği apaçık belliydi. Buna rağmen neredeyse hiçbir önlem alınmadı. Sadece ilk maçtan sonra çıkıp Federasyon yetkilileri açıklamar yaptılar, Bursaspor ve Diyarbakırspor yöneticililerini barıştırdılar vs. Yeterli miydi? "Sahalarımızda görmek istemediğimiz olaylar..." ile başlayan cümleler kurmak çok kolaydır. Veya televizyona çıkıp yöneticilere telefonla bağlanıp onları konuşturmak. Belki kulüpleri barıştırabilirler veya kulüp yöneticilerini. Ama iki şehri hatta iki kutbu barıştırmak bu kadar kolay olamaz. Oradaki sorun futbolun, sporun çok daha ötesinde. Oradaki sorun tamamen politik bir sorun. Ve politik sorunların etkisi biraz daha uzun ömürlü olur. Göstermelik barış girişimleri sonuç veremez maalesef. Bursaspor Kulübü ile Diyarbakırspor Kulübü barışmış olabilirler ancak Diyarbakır'ın Bursa ile olan kavgası halen sürmektedir. Zaten Diyarbakır'da çıkan olayları da Diyarbakırspor izleyicisinin çıkardığını söyleyemeyiz. Haftasonu hakeme ve Bursasporlu oyunculara atılan o taşları Diyarbakırspor taraftarı değil Diyarbakır halkı atmıştır. Amacım onların haklı olduğunu savunmak kesinlikle değil. Hiçbir barışı savaşla veya kaba kuvvetle sağlayamazsınız. Eğer sağlamaya çalışırsanız barıştan gittikçe uzaklaşırsınız hatta insanlık suçu işlemiş olursunuz. Kimsenin kimseye zarar vermeye de hakkı yoktur. Ancak görünen o ki Diyarbakır halkı 26 Eylül akşamını unutmamış. Zaten astıklar pankartlarda da bunu net bir şekilde ortaya koymuşlar. Doğanın kanunu ve fiziğin temeli olan, her etkinin bir tepkiye yol açacağının olağanüstü bir göstergesidir bu. Diyarbakır taraftarını yerin dibine sokup hain ilan etmek normal gibi görünse de unutulmamalıdır ki onlar sadece "aşırı" tepki göstermişlerdir. Durduk yerde sahaya taş atıp maçın iptal olmasına sebebiyet vermemişlerdir. Yeniden belirmem gerekirse şayet bu durum kalkıpta sahaya "kaya" atmayı gerektirmez kesinlikle.


Maçtan sonra okuduğum yazıların genelinde ve dolaştığım birkaç blogta rastladığım ve dikkatimi çeken bir laf da "İstiklal marşının ıslıklanması"ydı. Öncelikle şunu söyleme ihtiyacı duyuyorum. Dünya üzerinde Milli Maçlar hariç hangi turnuvada veya ülkede böyle bir uygulama mevcut? Maçtan önce niçin istiklal marşı okunuyor? Bu uygulamanın tarihi ise 12 Eylül darbesine kadar uzanmakta. Kim demişti sporla siyasetin alakası yoktur diye?! 12 Eylül'ün ardından Kenan Evren Paşamızın(!) bizzat elleriyle hazırladığı genelgelerde TFF'nin hukukuna soktuğu bir maddedir. "Türkiye Futbol Federasyonu'na bağlı olarak organize edilen her müsabakadan önce Milli Marş'ın okunması...". Dünyada başka bir örneği de yoktur bu uygulamanın. Amaç nedir peki? Maça gelen herkese Türk olduğunu hatırlatmak mı? Ya kendini Türk hissetmeyen varsa? Yuhalaması gayet normal oluyor bu koşullarda. Çok da şaşırılcak bir durum değil. Örnek vermek gerekirse İspanya Futbol Federasyonu Milli maçlar için Avrupa'nın en büyük ve en modern stadı olan Barcelona'daki Nou Camp'ı kullanmaz. Tek bir nedeni vardır bunun. Barcelona'da İspanya milli marşının yuhalancağının bilinmesidir. O topraklarda yaşayanlar Katalan marşından başka bir milli marş duymak istemezler çünkü. Ancak biz halen zorlamayla insanları Türkleştirmek amacındayız. "Türk olacaksın!" diye bu kadar baskı yapılırsa eğer geri teper bu isteğin. Ne kadar basınç uygularsan o kadar şiddetle yüzüne patlar şişe. Etki-tepki meselesi tamamen.

Katalunya dedim de... Daha önceden bir yazı yazmıştım Katalan milliyetçiliğine dair. Bir varsayımda da bulunmuştum o yazıda. Diyarbakırspor üzerinden gitmiştim. Bir kaç tepki aldım "varsayım" üzerinden konuşuyorsun diye. Pek de varsayım olmadığını gördük hep beraber. Bursa'daki çıkan olaylar sonrasında saha kapatmayla geçiştirilen olaylar, bu sefer hükmen mağlubiyete gidecek. Doğrudur çünkü saha içine fiili müdahale söz konusu. Ancak yapılanlar çok da farklı değil. Söylemek istediğim bunun sadece "aşırı" bir tepki oluşu...

Sporun farklı renkleri, ırkları bir araya getirmesi gerekirken o renkleri ve ırkları daha çok uzaklaştırmasını anlayabilmiş değilim. Spor, barışın bir aracı olamalıdır, kavganın ve savaşın değil. Sonuçta haksızın haklı karşısında en eşit olduğu yer yeşil sahalar, parkeler ve bilimum diğer sahalardır. Böyle sloganlarla, pankartlarla veya atılan yabancı maddelerle sporun barış amacına hizmetinden söz etmek mümkün olamaz. Bağış Erten dün çok güzel yazmış: "Barışa katkı versin istediğimiz bir spor dalı artık öfkenin aynasıdır. Asıl trajik olan da budur..." Bırakın kutuplaşmayı, ötekileştirmeyi. Birleşin, bir arada yaşasın herkes. Zaten bir arada yaşamı benimseyemezsek, barışa katkı yapacak hiçbir şeye ihtiyaç duymayız. Çünkü olmayan bir şeye zaten katkı sağlayamazsınız... Kıssadan hisse...

Not: Pankartta "Tenlerimiz ve gözlerimiz farklı renkte olsa da akan göz yaşlarımızın rengi aynıdır" yazıyor.

Hiç yorum yok: