13 Aralık 2009 Pazar

Başlangıç...


Yıl 1991. Doğum günü hediyem olarak ilk kez sinemaya gidiyorum annemle. Adını hatırlayamadığım ama Harbiye'de olduğundan emin olduğum bir sinema salonu. Film benim için daha sonra bir efsaneye dönüşecek Ninja Kaplumbağalar... Çok yabancı geliyor ortam. İlk defa insanların karanlık kocaman bir salonda oturup dev gibi bir ekrana baktıklarını, film izlediklerini görüyorum. Sımsıkı sarılmışım annemin koluna; korkuyorum karanlıktan çünkü. Film başlyor... Ekranda kahramanlarım. Çok gürültülü ama salon, kulaklarımı tıkıyorum. Annem gülüyor bana "Korkmana gerek yok, bak kaplumbağalar çıktı" diyor. Kaplumbağa dediği de Leonardo! Hep sevmişimdir Leonardo'yu. Da Vinci yüzünden değil elbette! Kılıçlarıyla, mavi bandıyla çok hoşuma gitmiştir her zaman, hem liderleri de O'dur. Neyse... Halen hafızamda yer alan ve halen ağladığım filmlerde aklıma gelen sahne: Kötü kalpli Şıreydır, Siplintır ustanın kulağını keser!!! Bir anda ağlamaya başlarım. Ama içten, derinden, sessiz sessiz ve çok hüzünlü. Annem elbetteki hala dalga geçer bu olayla. Filmden sonraki mutluluğumu ise ancak Master Card reklamlarıyla anlatabilirim sanırım. Heyecanlı, şaşkın, karanlık, korkutucu, biraz ıslak ve en çok da mutlu bir başlangıç yapmıştım sinemaya. Tam bir "mozaik" yani anlayacağınız =) 18 yıldır da vazgeçmedim bu duygulardan, en büyük zevkim haline getirdim zamanla.

Yıl 1994. Yugoslavya'da savaş devam ederken, Mandela Güney Afrika'da ses getirmeye başlamışken, Berlusconi İtalya'yı "ele geçirirken" ABD'de Dünya Kupası başlıyordu. Bu saydıklarım (Dünya Kupası dahil) umrumda bile değildi o zamanlar. Kim derdi ki gün gelecek bunlar senin hayatının bir parçası olacak diye. Tek çocuk olmamdan ötürü Kuzenlerimi her zaman abi bellemiştim ve onları rol model almıştım kendime. Ama dedikleri bazı şeylerden hiçbir anlam çıkaramıyordum. Arda ve Tunca "Hollanda mı Almanya mı diye tartışırken Emre abi beni Fenerbahçeli yapmanın yolunun atericiden geçtiğini anlamıştı. Küçük bir tehditle Fenerbahçeli oluvermiştim. Bu konuda o günden öncesi karanlık benim için. Bu 3lü kendi aralarında bu futbol kavgalarını hep yapıyorlardı. O kavgalar esnasında ise ben boş gözlerle onları izliyordum. Koeman, Gullit, Klinsmann, Mathaeus, Romario, Dunga, Rijkaard, Van Basten, Savicevic, Weah... Şimdilerde efsane olarak nitelenendirdiğimiz bu isimler bana hiçbir şey ifade etmiyordu o zamanlarda. 3 abim de tv'nin karşısına geçip bu isimlerden bahsediyorlar ve tartışıyorlardı. Tartıştıkları şey ise çimende koşuşturan adamlardı. Bir gün karar verdim, bu tartışmalara bu kadar uzak olmamak için Futbol izlemeliydim! Bu kararı tam zamanında vermiş olmalıyım. Dünya kupası yeni başlamıştı. Babam, Amcam ve 3 rol modelim de oturup pür dikkat izliyorlardı. Önceleri çok sıkıcı gelse de zamanla alıştım. Final maçında ise tam bir Futbol hayranı olmuştum! Desteklediğim(!) Brezilya finalde İtalya ile oynuyordu. Ama İtalya'da da Roberto Baggio oynuyordu, adamım! O penaltıyı kaçırmasını gerçekten unutamıyorum. Hem üzülüp hem de sevinmiştim. Ama futbol fanatakliğim belki de o maçla hatta o penaltıyla başlamıştı bir kere. 15 yıldır da vazgeçmedim belki de geçemedim.

Yıl yine 1994. İlkbaharın son günleri, okulların kapanmasına az kalmıştı Basketbolla tanıştığımda. Bahsettiğim rol modellerim bana sadece Futbolu değil Basketbolu da anlatmışlardı. Futbolcuların yanına Basketbolcular da eklenmişti zaten çoktan. Hakeem'ler, Shaq'lar, Drexler'lar, Malone'lar, Stockton'lar, Pippen'lar, Rodman'lar elbetteki Jordan'lar gırla gidiyordu ve yine onları da tanımıyordum!!! Hatta bu adamların resimlerini posterlerini duvarlarına yapıştırıyorlardı. Çok hoşuma gidiyordu odaları. Ben de yapıştırdım sonra, benim de odam güzel olsun istiyordum. Böyle böyle tanıdım hepsini. NBA'i öğrendim, Chicago'yu ve ezeli düşmanı Utah'ı belledim, 23'ün değerini farkettim ve 33'ün desteğini... Unutmadım hiçbirini hala aklımın bir köşesindeler. Sonra oynamaya merak saldım. Geleceğin Yıldızları Basketbol Okullarına yazıldım. Basketbol aşkım giderek arttı bu sayede. Futbolun yanına Basketbol taraftarlığımı da ekledim. O zamanlardan beri bu ikisi bana birer hobiden çok bağımlılık haline geldi.

Peki ben bunları niye yazdım bu kadar? Niye geçmişimden bahsettim? Niye bunlara nasıl bağımlı olduğumu anlattım? Yıl 2009. Bu bağımlılıklarımı bir şekilde herkesle paylaşmak için bu blog'u hazırlıyorum. Uzun zamandır aklımdaydı ama bir türlü vakit yaratamamıştım kendime. Yıllar sonra dönüp baktığımda bu sanal dünyada da yazılı birşeylerim olsun istedim. Bu yazının da iyi bir başlangıç olduğuna kanaat getirdim. Eee ne de olsa herşeyin bir başlangıcı vardır değil mi...

Not: Sadece sinema, futbol, basketbol olmayacak elbette. Artık "olum şu hikayeyi bi daha anlatsana yau" diyen arkadaşlarıma, istedikleri hikayelere hemen ulaşabilcekleri bir kaynak sağlıyorum. Ve sizlerden ricam şudur ki lütfen blog'umuzun eksiklerini, fazlalarını, olması gerekenleri, gerekmeyenleri bana iletin.

Hiç yorum yok: